İçeriğe geç

Bir Endüstri Mühendisi Neden Manav Olur

Kategori: TecrübEM

Bu kitaba katkı yapmam istendiği zaman aklımdan bir çok konu geçmişti. Genç bir mezunu karşısına alan her “deneyimli” mezun gibi benim de öğüt verme iştahım kabardı elbet. Fakat sonra düşündüm de ders anlatmanın gereği yok. Sonuçta bize anlatılanlara rağmen, hepimiz birçok şeyi yaşayarak öğrendik. Bu nedenle hepsinden vazgeçtim ve kısa da olsa kendi hikayemi paylaşmaya karar verdim. Zaten bana en çok sorulan sorulardan biridir, ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunu biri nasıl olur da kendini taze meyve ticareti yaparken bulur? Son noktaya gelmeden önce çok kısa bir kariyer özeti sunmakta fayda var.

1999 yılının Haziran ayında mezun olduğumda, aklımda sadece herhangi bir master programında iki sene daha “takılıp” öğrenciliğin tadını çıkartmak vardı; zaten bir- iki firma dışında iş görüşmesi de yapmamıştım. Fakat şans bu ya, o dönem için en prestijli kariyer başlangıçlarından biri olan İş Bankasında Müfettiş Yardımcısı olarak buldum kendimi; mezuniyetimin üzerinden çok değil, sadece bir ay geçmişti. 2004 yılının ortalarına kadar bu görevimi sürdürdüm, gerek Ankara’da gerekse Anadolu’nun bir çok farklı yerinde şube ve personel teftişlerinde bulundum.

Sonrasında ise, bir akrabamın ortağı ve yöneticisi olduğu taze meyve ithalatında ülke genelinde dağıtım ve satışı yapan bir firmaya Satış Yöneticisi olarak “transfer” oldum.  Beklenti belliydi, bir çeşit patron firması olan yapılanmayı beş senelik İş Bankası ve geçmişimdeki Endüstri Mühendisliği birikimlerimi kullanarak kurumsallığa taşımak. Bu süreçte ne derece başarılı olduğumu ilerleyen bölümlerde kısaca anlatacağım.

2007 yılının başında ise kendi işimi yapmaya karar verdim. Altı aya yakın bir planlama ve hazırlık sonunda, 2007 yılının Eylül ayında www.tazebunlar.com internet sitesini faaliyete soktum. Hikayemi yazdığım şu sıralarda henüz bir akıbet oluşmuş değil, fakat umuyorum ki bu kitabın okuyucusu ile buluştuğu sırada başarılı bir işletmenin patron koltuğunda oturuyor olacağım.

Pekala, bu süreç nasıl gelişti? Daha gencecik bir mezunken, ülkenin önde gelen kurumlarının birinde oldukça prestijli bir görevdeyken, ilkönce meyve sektörüne geçmek, sonrasında söz konusu sektörde uzmanlaşma gerektiren bir alanda girişimci olacak kadar cesaret göstermek…

Bu tabii ki tesadüf değil.

Sevgili mezun adayı arkadaşım,

Eğer önceden hedeflediğin bir akademik kariyer planın yok ise, büyük olasılıkla hangi alanda çalışmak istediğine karar vermeye çalışıyorsundur. Ya da kim bilir belki de sadece istediğin bir şehirde iş bulmaya çalışıyor, nasıl olsa biraz tecrübe kazandıktan sonra “piyasayı” araştırır kendime göre bir şeyler bulurum diye düşünüyorsundur. Mezuniyetinin üzerinden henüz on yıl bile geçmemiş ancak şansının da yardımıyla çok farklı iş alanlarında çalışmış biri olarak, bu aşamada değerlendirebileceğin alternatifleri, olasılık sıralamasına göre kategorize etmek istiyorum:

1- Kurumsal Firmalar

Yeni mezunlar için en cazip görünen hedeflerdir, tüm büyük ölçekli finans kurumları ve bankalar, isim yapmış danışmanlık şirketleri, IT firmaları, üretim işletmeleri bu gruba girmektedir.

Söz konusu firmaların kendileri de bu cazibenin farkında olduğundan ve sonuna kadar faydalanabilecekleri genç beyinlerin başka alanlara kaymasını istemediklerinden, gözünü kamaştıracak her türlü aracı kullanmaktan kaçınmazlar. Kariyer günlerine kalabalık ekipler halinde katılır, on senelik gelişim hedeflerini ortaya koyar, çok seçici davrandıklarını ima ederek rekabet yaratmaya çalışırlar. Muhtelif yazılı ve sözlü mülakatlar sonunda “seçilmiş” mezunları istihdam ederler. Buraya kadar her şey güzel; kim seçilmiş olmak istemez ki?

Ancak işin içine girdikçe çizilen tablo ile gerçek durumun biraz farklı olduğu göze çarpmaya başlar. Ee o kadar sene öğretilen gelişim, yenilik, inovasyon, sistem yaklaşımı nerede kullanılacak? Bir de bakarsın ki zaten süregelen bir sistem var ve ne kadar çabuk ve sorunsuzca bu sisteme adapte olursan, o kadar “uyumlu, ekip çalışmasına yatkın” bir çalışan olursun ve amirlerinden takdir görürsün. Sorgulamak, şüpheci yaklaşmak mı? Ne gereği var… Ayrıca büyüklerimiz, “Hiç bir ortamda sivrilmeyeceksin!” diye uyarmaz mı sürekli. Unutma, senden sorgulaman değil, yapman istenen işi en kısa sürede, en etkin şekilde yapman isteniyor ve bekleniyor.

Bu tarz kurumsal ölçekli işletmelerde çalışma süresi bana göre üç yıldır. Eğer üç yıl sonunda başka alternatifleri değerlendirmeye çalışmıyorsan, zaten sistemin parçası olmuşsundur, endüstri mühendisliği eğitimine dair aldığın farklılıkları unutabilirsin- ki zaten büyük olasılıkla unutmuşsundur- ve emekliliğine kadar ne kendine, ne de kuruma bir şey katmadan, sadece “iş tanımında” belirtilmiş olan görevleri yaparak çalışabileceğin bir yerdesindir. Fakat eğer alternatifleri aramaya başlamışsan, alternatifler de seni bulacaktır. Bu noktada bir çok mezunumuz “farklı” iş alanlarına kayarak, aynı süreci tekrar yaşamayacağına inandığı benzer türde bir iş ortamını tercih etmektedir. Oysa bana göre bu seçim, her şeye tekrar sıfırdan başlamak anlamına gelir; eğer aynı yapıda bir başka şirkete geçiyorsan, bence mevcut işyerinde kariyerine devam etmen en doğrusu; tabii eğer bariz problemler yaşamıyorsan. Sonuç olarak çalıştığın seneleri kaybetmene gerek yok.

Fakat eğer gerçekten “farklı” bir çalışma ortamı ise, yüksek ihtimalle seçeceğin ikinci grup işletmelerden birine doğru gitmektesindir:

2- Anti-kurumsal işletmeler: “Patron Şirketleri”

İşte aradığın cenneti buldun! Üstelik belirli bir organizasyon tecrüben de var. Al sana istediğin gibi sistem kurabileceğin, iş akışlarını oluşturup düzene sokabileceğin, kısacası kendini kral gibi hissedebileceğin bir ortam! İlk zamanlar çok heyecanlı geçmektedir, patron senin fikirlerine büyük önem vermektedir. Süreçleri birer birer ele alıp nasıl daha etkin bir iş akışı oluşturabileceğini tasarlarsın. Senelerdir orada çalışan insanların nasıl olup da bunları göremediğine şaşar durursun.

Fakat bir süre sonra bir şeylerin yanlış olduğunu fark edersin. Neden kimse senin kurduğun sisteme uygun hareket etmemektedir? Üstelik şirketteki “eski”lerin senin uygulamaya çalıştığın politikalar hakkında içten içe dalga geçtiğini de hissetmeye başlarsın. Eğer yeterince cesaretliysen hemen patronla görüşür ve arkanda durmasını talep edersin. Yok işler kendiliğinden hallolur diye düşünüyorsan, oluruna bırakırsın ancak iki seçenekte de sonuç çok fazla değişmeyecektir. Unutma ki sen orada yenisindir ve sen gelmeden önce de işler bir şekilde yürümüştür.

İşleyen sistemi değiştirmek, karşılaşacağın en büyük dirençlerden biridir ve ne yazık ki, ne kadar akla mantığa yakın da olsa önerdiğin yeni sistem mutlaka birilerini huzursuz edecektir. Huzursuz çalışanlar işlerin aksamasına sebep olur ve patronlar da bunun bilincindedir. Bu nedenledir ki seni desteklediğini söyleyen işletme sahibi, bir yandan da mevcut çalışanların iş verimini düşünerek politik davranmaktadır. Sözün özü, değişime direnç en tepeden gelmektedir ve bu noktadan sonra artık her atılan adım kişisel sürtüşmelere varan problemlere yol açacaktır.

İşte bu noktada sevgili mezun adayı arkadaşım, son çare devreye girmektedir. Herkesin hayal ettiği ama çok çeşitli sebeplerden dolayı hayata geçiremediği bu büyülü yola girmek, bu yola girmeye karar vermekten çok daha kolay olacaktır:

3- Kendi işini kurmak

Evet, herkes kendi çalıştığı kadar kazanmak, emeğini paylaşmadan sadece kendisi için harcamak ister. Öte yandan madalyonun diğer yüzünü çevirince görülmektedir ki, izleyen ayın başında az veya çok, tatmin edici veya değil, banka hesabına kimse maaşını yatırmayacaktır. İşler iyi giderse çok güzel, ama ya yolunda gitmezse? Zaten tam da bu yüzden riske edecek çok şeyi olan genç mezunlarımız ne yazık ki kendi değerlerinin çok çok altında “piyasa değerleri” ile sektörde el değiştirmektedir.

“Yetti artık, buraya kadar!”

Her şeyin başlangıcıdır bu önerme, yepyeni bir hayata doğru atılan ilk adımdır. Artık kendi kendinin patronu olmak üzere harekete geçmişsindir, kimseye hesap vermeyecek, çalıştığın kadar kazanacak, emeğinin sömürülmesine müsaade etmeyeceksindir. Ne güzel değil mi?

ODTÜ sıralarında ortaya attığım bir iddia vardı ve aradan geçen zamanda, yukarıda anlattığım tüm süreçlerden geçmiş olmama karşın bu iddia hala geçerliliğini korumaktadır:

“Çalışmak iyi bir şey olsaydı, kimse çalıştığın için sana para ödemezdi.”

Öyle ya, arabanı yıkamak istemiyorsan yıkatırsın, yemek pişirmek istemiyorsan dışarıda yersin, evini temizlemek istemiyorsan temizlikçi tutarsın vs. vs. gibi yapmaktan kaçındığın her şey için, ikame bir hizmet bulabilirsin; tabii bedelini ödemek kaydıyla. Bu da demektir ki, kendi işini yaptığında yine birilerinin yapmadığı bir şeyleri onlar adına yapacak ve karşılığını alacaksın.

Peki o zaman bunu da mı yapmayalım? Eğer hiç çalışmadan istediğin standartlarda hayatını idame ettirme imkanın varsa çalışmayacaksın elbette, bir kez geliyoruz şu dünyaya. Ancak hemen hiçbirimiz bu şansa sahip değiliz, bu nedenle bir şeyler yapmak zorundayız.

Benim hikayeme gelince…

İş Bankası gibi kurumsal kültürün kitabını yazabilecek olan bir kurumda çalışmak, elbette bir takım şeyler katmış olsa da, giderek artan mutsuzluk olgusu da göz ardı edilebilir bir şey değildi. Burada kesinlikle anılan kuruma bir suçlama yapmak değil niyetim, eminim ki X Bankası veya Y Şirketler Grubunda çalışmaya başlasam da aynı hissiyat içerisinde olacaktım. Birey olarak düşündüğümde, sisteme ne bir katkım vardı ne de varlığım ile yokluğum arasında bir fark. O halde benim bu kurumda ne işim vardı, bu muydu fark yaratmak adına aldığım eğitimin geri dönüşümü?

İşte bunları düşünmeye başladığın zaman artık ortamda huzursuzluk da yaratmaya başlıyorsun, zira bu tip organizasyonlarda sorgulayan zihinlere pek de iyi gözle bakılmıyor. Sen kimsin koskoca çarklara meydan okuyacak? Eğer bir yöntem var ise, zaten birileri önceden düşünmüş ve o yüzden uygulamaya sokmuştur. Hep anlatılan, belki de palavra bir asker hikayesi vardır hani; bir bölükte nöbet çizelgesi hazırlanırken, bölüğün bahçesindeki bankların başına da her gün iki nöbetçi konurmuş. Bu yıllarca devam etmiş, günün birinde bölüğe atanan subay bu durumun sebebini merak etmiş ve araştırmaya başlamış. Sonunda, o bölüğü yıllar önce yönetmiş ve çoktan emekli olmuş komutanı bularak bunun nedenini sormuş. Komutan bir süre düşündükten sonra hatırlamış: “Bankları boyatmıştık, askerler üzerine oturup da kıyafetlerine boya bulaştırmasınlar diye bir kaç gün bankların başında askerlere nöbet tutturdum. Emri iptal etmeyi unutmuşum anlaşılan.”

“Ağır” kurumsal işletmelerde de buna benzer ütopik, ancak tüyler ürperten hikayeler dinlemek mümkündür. Orası sorgulama yeri değil, 9-18 çalışıp verilen görevi yapma yeridir. Bizler gibi seçkin okullardan gelip, üstüne de kaliteli ve yoğun bir eğitim almış bireylerin kolayca tahammül edebileceği çevresel koşullara sahip değildirler, ancak söz konusu kurumlar da bunun bilincinde olduğu için çok hoş illüzyonlar hazırlayarak, atalet duygumuzun ağır basacağı güne kadar bizleri oyalamaktadır.

Ve bir de bakarsın ki evlenmişsin, çocuk sahibi olmuşsun, riske atamayacak birçok şeyin var ve ayın başında alacağın o maaşa bağımlı hale gelmişsin… İşte sevgili dostum, kendini bu noktaya kadar kurtaramadıysan, bundan sonra yapabileceğin tek şey emekliliğine kadar olan günleri saymaktan ibaret olacak.

İşte bu gidişe bir dur demek gerektiğini düşünerek o çok kallavi işimden ve unvanımdan ayrıldım. Yeni bir hayata başlamak için muz ithalatı ve satışı yapan bir firmada çalışmak üzere İstanbul’un yolunu tuttum. Ne görev tanımım belliydi, ne de hangi unvanla işe başlayacağım. Hatta görüşmeler sırasında ilk sorduğum şeyler arasında mesai saatleri, hafta sonu çalışıp çalışılmadığı gibi şimdi geriye dönüp bakınca gerçekten komik gelen sorular vardı. Fakat beş yıl bu kolay değil, kocaman bir sistemin çarkları arasında öğütüldükten sonra, insanın aklına makro ölçek anlamında fazla bir şey gelmiyor.

Elbette zamanla gerçek özel sektör deneyimine öyle bir alıştım ki, günler geçtikçe fazla özel olduğunu anlamaya başladım. Evet, amacımız kurumsal bir yapı oluşturmaktı, hiç olmayan organizasyon yapısını en azından oluşturmak ve başlamak için bir şeyler yaratmaktı. Ancak geçen üç senenin sonunda çok da bir yol alamadığımı gördüm; elbette bunda benim yaklaşım hatalarım da olmuştur ama nihayetinde bir patron şirketinde ne kadar akılcı yaklaşımlarda bulunursanız bulunun, sonsuz yetki her zaman patrondadır. Bence, birey kendine bu gerçeği her sabah hatırlattığı sürece, bu sınıfa dahil olan şirketler, genç mezunlara kurumsal işletmelerden, çok daha az zamanda çok daha fazlasını katacaktır.

Ezcümle, denenen her iki alternatif de bana göre değilmiş demek ki diyerek, kendi bacağımdan asılma kararımı vererek, eyleme geçtim ve kendi işimi kurdum. Fakat asıl ironi burada kendini göstermeye başladı! Ne yaparsam yapayım, hiçbir şey benim kafamdaki gibi olmuyordu. Ya yanımda çalışanların anlayamadığı ve dolayısıyla hiç bir işe yaramadığı, fazla “akıllı” çözümler üretiyordum ya da kurduğum sistemi, yasal mevzuatlar, bürokrasi, muhasebe sistemlerinin uyumsuzluğu vb. gibi bir çok sebeple dönüp revize etmem gerekiyordu. Günün birinde, moralimi bozmayıp yola devam etmemi hatırlatması için buna “yamalı bohça yaklaşımı” ismini verdim. Hemen aklıma gelen, şu an gülümseten ancak süreci yaşarken mide ağrıları çekmeme yol açan birçok olay yaşadım yakın zamanda… Belediyenin talep ettiği resmi belgelerin, ilgili memur tarafından kabul edilmemesini mi istersiniz; kafasını bile kaldırmadan millete laf yetiştirmeye çalışan vergi dairesi görevlisinin okumadan ve dinlemeden benim adıma- kendine göre yardımcı olmak adına elbet- doldurduğu bir belge nedeniyle vergi usulsüzlük cezasına maruz kalmamı mı… Örnekler çok fazla ve eminim ki bunların kat be kat fazlasını başkaları da tecrübe etmiştir. Ancak ben tüm bu süreçten hiç olmazsa bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum: iş yapmaya çalıştığın ortamın kurallarını ve koşullarını öğren, buna göre hareket et!

Metodik, teorik, kitaptan alınma taktikler belki ileri düzeyde sistematikleşmiş bazı batı ülkelerinde uygulanabiliyordur; ancak bu coğrafya, endüstri mühendisleri olarak bizlerin olaylara ve problemlere olan bakış açımıza uyumlu bir zemin sunmuyor. İster multi- milyon sermayeli, hatta uluslararası sermaye destekli büyük firmalar olsun, ister küçük bir atölyeden evrilmiş orta ölçekli patron şirketleri, hatta bin bir türlü çaba ve fedakarlıkla kurulmuş bireysel işletmeler olsun, bu söylediklerim tümü için geçerli.

Başa dönecek olursak, neden manav olduğumu soranlara genelde yüzeysel cevaplar vermeyi tercih ediyorum, ancak burada gerçek sebebini sizlerle paylaşacağım. Otuzlu yaşların başında biri olarak, bu coğrafyanın iş yapma kültürünü artık öğrenmiş olduğumu düşünüyorum. Bu birikimi, kaderin bir cilvesi sonucunda uzmanlaştığım taze meyve alanında kullanarak, en azından kendime olan saygımı kaybetmeden, üstelik de bir şeyler yarattığımın bilincinde, mutluluk ile yoğrulmuş bu çalışmayı seçtim.

Fakat ana fikir hala değişmedi:

Çalışmak iyi bir şey olsaydı, kimse çalıştığın için sana para ödemezdi!

Ali Özbek

KONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA
KONICA MINOLTA DIGITAL CAMERA

1977 Doğumlu

1995-99: ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü, Lisans Derecesi

1992-95: Antalya Anadolu Lisesi

1988-92: Ankara Gazi Anadolu Lisesi

Eylül 07 – (devam) Yönetici Ortak, www.tazebunlar.com , Türkiye’nin ilk “1 saatte teslimat” temelli online taze meyve mağazası; 

Temmuz 06 –(devam) 2006 yılı Haziran ayında hizmete açılan www.hukumdarlar.com, online strateji oyununda  %25 hissedar.

Ocak 07 –(devam) Planlama Koordinatörü; Everfresh Gıda Tic.Ltd.Şti. Tüm makro bütçe ve planlama faaliyetleri. 

Mayıs04 – Aralık 06 Satış Müdürü, Everfresh Gıda Tic. Ltd. Şti., DOLE marka ürünlerin Türkiye’deki ithalat ve dağıtıcısı. Ülke genelindeki satış faaliyetlerinin yönetilmesi ve günlük kısa vadeli planlama aktivitelerinin yapılması. 

Ağustos99 – Nisan 04 Müfettiş; T. İş Bankası A.Ş. Teftiş Kurulu Başkanlığı.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın